Sunday, February 28, 2010

BLOOMSBURY DÜŞLERİ

Matematik, Ekonomi, Edebiyat ve sanat alanlarında çığır açmış kişilerin özgürlükçü düşünceleri, birbirlerinin yaratıcılıklarını besleyen tartışma ve toplantıları, aşkları ve ihtirasları...

20. yüzyılın ilk yarısında; Londra Bloomsbury yakınlarında, birlikte yaşayan, çalışan, üreten, araştıran, eğlenen ve tartışan kolektif bir arkadaş ve akraba topluluğuydular... Edebiyat, estetik, eleştiri, ekonomi, feminizm, Cinsellik ve barışçıl Politika ile ilgileniyorlardı. Oluşturdukları parkı andıran büyük bahçelerini sanatlarının uzantısını oluşturan heykeller süslüyor, yine söz konusu bahçede Roman, eleştiri, biyografi ve Bilimsel yazılar yazıyor, birlikte çay ve içki partileri düzenliyor, konuklarını ağırlıyor, fotoğraf çekiyor, resim yapıyor ve eşsiz sohbetleri ile giderek efsaneleşiyorlardı. Virginia Woolf, John Maynard Keynes, E.M Forster, Lytton Strachey, Duncan Grant, Vanessa Bell gibi tanınmış üyeleri bir yana Aldous Huxley, Katherine Mansfield, TS Eliot, Leydi Ottoline Morrell ve William Butler Yeats gibi yazarlar da, ağırladıkları entelektüeller ve sanatçılar arasındaydı. Bu ütopik topluluk; yenilikçi ve avant-garde düşünce tarzlarının getirdiği Yaşam anlayışları ve giysi kodlarıyla bu kez sezon modasına referans oluşturuyorlar.

Duncan Grant'in, modellerini resmederken üzerlerine almasını istediği kadife pelerinleri zaman zaman bizzat kendisinin giydiği ya da topluluğa sempati duyan kadınlara hediye ettiği günlerden; ünlü kadın oyuncuların zarif omuzlarını süsleyen pelerinlerin zirve yaptığı bugünlere... "Birçok kadın oyuncunun hayali; düşünsel, sanatsal ve estetiksel gelişimini artıracak entelektüel bir çevrenin içinde var olmak değil midir zaten?' diye soruyor Anna Sui ve ekliyor; "Bloomsbury sadece giysi kodları açısından değil, bir simge olarak Virginia Woolf ve dostlarına duydukları hayranlığın da dışavurumu." Tasarımcı bir sonraki koleksiyonunu, Bloomsbury'nin art-deco stilinden ve Birinci Dünya Savaşı sırasında topluluğun en renkli simalarından yazar Lytton Strachey ile sevgilisi Ressam Dora Carrington'ın aşkının konu edildiği Carrington filminden yola çıkarak kurgulayacağını da itiraf ediyor. Öyle ki; bu amaçla Virginia Woolf'un bir zamanlar tutkulu bir Aşk yaşadığı kadın yazar ve Şair Vita Sackville-West'in Londra'daki evini ziyaret etmeyi, Vanessa Bell'in kitaplarını incelemeyi, eski dergileri karıştırmayı ve diğer topluluk üyelerine dair sayfalarca not tutmayı kendine görev edindiğinin de altını çiziyor. Yalnızca Anna Sui mi? Christopher Bailey, Virginia Woolf'un rafine estetik anlayışına, Karl Lagerfeld ise aynı dönemin ünlü kadın oyuncularından Belle Brummel'in dandy yaklaşıma kattığı femininen vurguya duyduğu hayranlıktan söz ediyor sık sık...

20'li yılların ruhunu daha iyi özümseyebilmek ve bu çarpıcı dönemi 70'lerle birleştirmek için Ken Russell'ın Women in Love, The Boy Friend ve heykeltıraş Henri Gaudier-Brzeska'nın hayat hikâyesinin konu edildiği Savage Messiah'ı defalarca izleyen, bununla da yetinmeyip Edward Gorey'nin skeçleri ile baskılarını dahi inceleyen Nicole Farhi; "20'lerin kubist yaklaşımını, o art deco estetiği biraz da klasik İngiliz çizgileri katarak modernize etmeye çalışıyorum" diyor. Farhi hemen hemen her koleksiyonunda; özellikle de gündüz giyilebilecek parçalarda Bloomsbury bilgeliğini yaşatmaya çalıştığını da sözlerine ekliyor. Kaşmirin hayat verdiği toz pelerinler, fistolu etek uçları, büyük düğmeler, gevşekçe bağlanan kemerler, Mary Jane ayakkabılar, ekose elbiseler, el yapımı heybeler, tasarımcının 2007 yılı Kış koleksiyonun da ana hatlarını oluşturuyordu... Bugünlerde bir kez daha kitaplara düşkün, feminen giyinse de cardigan'ları, pelerinleri, uzun etekleri, flanel pantolonları ve pelerinimsi paltoları ile söz konusu kadınsı etkiyi maskülen ayrıntılarla dengelemeye çalışan neo Bloomsbury fashionista'lara rastlıyoruz.

"Belli bir araştırma ve gözlem sonucunda gardırobumuza ulaşan tasarımların ayrıcalığını hissetmek istiyorum ben de. Kendine ait bir odaya sahip olmak kadar kendine ait bir gardırop oluşturmak da çok önemli. Bu kadını özgürleştirir... Virginia Woolf ve yakın arkadaşları Moda figürü olmaktan çok özgür düşünce figürüydüler. O dönemin kadınları giyinmediler, düşünceyi giyilebilir kıldılar. Önemli olan da budur" diyor ünlü oyuncu Nicole Kidman ve ekliyor; "Tüvit pantolon ceket takımlar seyahatler içindi, kocaman çengelli iğneli çantalar, pamuklu gömlekler, tüylü küçük şapkalar ise beş çaylarının. Bloomsbury gibi düşünceye hizmet eden bir toplulukta dahi bu eksantrik kurallar yıkılmak üzere geçerliliğini koruyordu. Leydi Ottoline Morrell'in amber yüzükleri, yumuşacık Paul Poiret elbiseleri dahi belli bir derinliğin izlerini taşır."

Freud çevirileri okuyan, kendini tekrar eden insan doğası, içsel var oluş ve Virginia Woolf'un günlüklerinde de kaleme aldığı gibi estetik sorgulamalar ile ilgilenen düşünürler topluluğu, bohem bir İngliz rapsodisi yaşıyordu. "Yaşam tarzları daima tasarımın özünü oluşturur" diyor Christopher Bailey ve ekliyor; "Bloomsbury'e öykünmek için ele birkaç kitap almak, bir çift gözlük takmak ya da bir pelerinin içine gizlenmek de yeterli olamaz. Döneme öykünebilirsiniz, üyelerinin yaşam tarzlarının uzantılarını arayabilirsiniz, ancak Bloomsbury'i üzerinizde taşımak için okuduğunuz gibi giyinmek zorundasınız." Peki ya siz? Okuduğunuz gibi giyinmeye hazır mısınız?

BLOOMSBURY DÜŞLERİ

No comments:

Post a Comment