Biz de ilişkilerdeki ve evliliklerdeki sorunları, bunlara çözüm bulabilme konusundaki çözümlemeleri işin uzmanıyla konuşalım istedik. Uzman Psikolog ve Çift Terapisti Arzu Güneş’le yaptığımız bu röportajda; ilişkiler ve evliliklerle ilgili ilginç ve yol gösterici bilgiler bulacaksınız.
Terapi, sorunlara çözüm bulmak… Ama çoğu insan bundan kaçıyor.
Terapi bir fark etme sürecidir; sorunları, nedenleri ve çözüm yollarını fark etme… Kişi kendi sorunlarını yine kendi kaynaklarıyla çözer. Terapist sadece bu süreçte bireylere eşlik eder, yollarına ışık tutar.
‘Çift Terapisi’ neleri görmeyi sağlıyor?
Üzerine basarak belirtmek isterim ki; çift terapisi uzman kişinin size hatalarınızı söylediği, doğruyu yanlışı dikte ettiği, ne yapmanız gerektiğini öğrettiği bir süreç değildir. Komşu teyze üslubuyla akıl veriş hiç değildir.
Çift danışmanlığı yapıyorsunuz. Evlilik ve evlilik öncesi ilişkilerde yaşanan sorunları çözme konusunda özellikle erkeklerin bu konuyu uzman bir kişiyle konuşmaktan kaçmalarının nedeni nedir?
Galiba erkekler sorunlarını başkalarıyla konuşmak ve yardım almak konusunda kadınlardan daha isteksizler. Aslında isteksizler demektense deneyimsizler demek daha doğru olacak. Kadınlar bir sorunla karşılaştıklarında bunu çözmek için yakınlarına, arkadaşlarına, daha deneyimli bir abla ya da komşularına danışabiliyorlar. Ama erkekler ne kendi aralarında konuşuyorlar ne de akıl alabilecekleri başka birine başvuruyorlar. Bu nedenle bir profesyonel bile olsa başkasından yardım almak erkeklere çok sıcak gelmiyor. Ama danışmaya başladıklarında ve yardım almanın güçsüzlük olmadığını anladıklarında durum çok değişiyor. Bazen erkekler bu nedenle terapide kadınlardan çok daha hızlı yol kat ediyorlar.
HAYATIN HER ANINI PAYLAŞMAYA, BİRBİRİNE KOŞULSUZ GÜVENMEYE DÖNÜŞTÜĞÜNDE, EVLİLİĞE ‘YENİLGİ’ DEMEK MÜMKÜN DEĞİL!
Aşkla başlayan evlilikler neye yeniliyor? Zamana mı, alışkanlıklara mı yoksa bunlardan başka şeylere mi…
Yaşamda her şey değişiyor. Biz de değişiyoruz. Beklentilerimiz, hayata bakışımız değişiyor. Evlilikler de, temelinde Aşk veya ne yatıyor olursa olsun, zaman içinde mutlaka değişime uğrayacaktır. Bence değişimin kaçınılmaz olduğunu anlayan ve bu değişime ayak uydurabilen çiftler evlilikte başarılı oluyorlar. Aşkla başlayan bir evlilik; birbirini çok iyi tanımaya, hayatın her anını paylaşmaya, birbirine koşulsuz güvenmeye dönüştüğünde buna “yenilgi” demek mümkün mü? Biz büyüyüp olgunlaşırken aşk da olgunlaşıyor. Biçimi değişiyor. Bunu anlayamayıp ilişkinin başındaki aşkı beklemek, yapabileceğimiz önemli bir hata bence.
Size gelen çiftlerin en çok karşılaştıkları sorunlar neler?
Aslında her çift kendine has, farklı ve özgündür. Yaşanan sorunlar benzer olsa da, her çift için o sorun farklı biçimde hayat bulmaktadır. Ama elbette sık rastlanan belli sorun başlıklarından söz edilebilir. Terapiye gelen çiftler galiba en sık iletişim sorunlarından söz ediyorlar. Örneğin; “Eşim beni anlamıyor” cümlesiyle çok sık karşılaşıyoruz. Aynı dili konuşan iki kişinin birbirini anlamaması elbette söz konusu değil. Ama anlamak ya da anlaşılmak, konuşurken kullanılan sözcüklerin anlamlarının ötesinde çok daha karmaşık bir durumu içerdiğinden, ilişkilerdeki en önemli dertlerimizden biridir.
ÇİFTLERİN SINIR ÇİZME KONUSUNDA EKSİKLERİ VAR!
Eşlerin anne babalarının ilişkiye karışmaları da evlilikteki başlıca sorunlardan…
Çiftin aile sınırlarının net olarak belirlenmemiş olması ve kadın ya da erkeğin ailesinin, sınırları ihlal etmesi, yine sık karşılaştığımız sorunlardandır. Kayınvalide sorunundan söz edilmesi ya da “senin ailen, benim ailem”, “kardeşin dedi ki”, “düğünde halanların yaptıkları” gibi kalıp cümlelerin kullanılması, çiftin sınır çizme konusunda eksikleri olduğunun göstergesidir.
Bu durum nasıl önlenebilir?
Az önce, aile sınırlarının net olarak belirlenmemesinden söz etmiştik. Bu, önemli sorunlara yol açabilecek bir durumdur. Bunun önlenebilmesi için çiftin kendilerine ait ailenin sınırlarını net biçimde belirlemesi gerekir. Bu da; çiftin aile içi yetki ve sorumluluklarının belirlenmesi, kararların kim tarafından nasıl alınacağının netleşmesi ile sağlanabilir.
Başka ne gibi sorunlar…
Aslında daha onlarca sorun başlığından söz edilebilir. Ama sorun ne şekilde cereyan ederse etsin, sorunun altında ihtiyaçların karşılanmamasının yattığını düşünüyorum. Bu nedenle; ilişkide kimin, hangi ihtiyacının karşılanmadığını bulmak ve her iki birey tarafından ihtiyacın anlaşılmasını sağlamak terapideki öncelikli amacımızdır.
UZLAŞMAK İÇİN ÇATIŞMAK VE TARTIŞMAK GEREKİR! İlişkilerde yaşanan tartışmalar nasıl ve neler yapılarak en aza indirgenebilir?
Tartışma, çatışma hatta kavgalar ilişkilerde kaçınılmazdır. Olmalıdır da… Çünkü uzlaşmak için çatışmak ve tartışmak gerekir. Uzlaşmak her zaman aynı fikirde olmak ya da bir tarafın diğerinin dediğini kabul etmesi değildir. Uzlaşmada eşitlik vardır, karşılıklı adım atmak vardır. ‘Bir gün senin dediğin, bir gün benim dediğim olsun’ demek vardır.
Oysa çoğu ilişkide bir süre sonra ego ortaya çıkabiliyor.
Evet, maalesef… Uzlaşmada ‘Hep bana’ demek yoktur, ‘Farklı düşünceleri kabul edemem’ demek yoktur, ‘Aynı fikirde olmamak Dünyanın sonudur.’ demek yoktur. Uzlaşma küsmemek, alınmamak, farklılıklarla yaşamaktır. Bu nedenle ben; çatışma ve tartışmaları, çifti uzlaşmaya götürdüğü için olumlu değerlendiriyorum. Ama tartışmayı, konuşmayı, kendimizi doğru ifade etmeyi bilmek koşuluyla… Bu nedenle çiftleri tartışmamak değil, doğru tartışmak konusunda bilgilendiriyoruz.
Genel olarak baktığınızda eşler arasındaki iletişimsizliğin temel kaynağı – kaynakları nedir?
Güzel bir soru. Galiba iletişimsizliğin ya da iletişim sorunlarının kaynağında en fazla düşünce hatalarımız yatıyor. Yaşam olayları karşısında bizim tepkilerimizi belirleyen, bir durumun ya da olayın ne olduğu değil, bizim tarafımızdan nasıl algılandığıdır. Yani, durum ve olayları algılarken düşüncemizde oluşan olası düşünce hataları; genelleme, önyargı, zihin okuma ya da olumsuzu seçme gibi iletişim sorunlarına neden olmaktadır.
Evliliklerde ortaya çıkan sorunların ortaya çıkmasında eşlerin birbirini dinlememesinin etkili olduğunu düşünüyorum. Yanılıyor muyum?
Bu gerçekten de önemli bir etken. Terapide bireyler sık sık “Eşim beni dinlemiyor” diye yakınırlar. Buradaki dinlememe galiba anlamama ile aynı anlamda kullanılıyor. Dinlenmeme ya da anlaşılmama, bireylerde birçok olumsuz duyguyu çağrıştırmaktadır. Örneğin; dikkate alınmama, değer verilmeme, istenmeme hatta sevilmeme… Bu duyguların var olduğu bir ilişkide de, önemli sorunlar olduğunu düşünmek yanlış olmaz.
İLİŞKİ, İÇİNDE KENDİMİZİ GÖRDÜĞÜMÜZ BİR AYNA GİBİDİR! MUTLU BİR BİRLİKTELİK İÇİN HER ŞEYDEN ÖNCE BİREY OLMAYI BAŞARAN İKİ KİŞİ GEREKLİ! Mutlu bir birlikteliğin sırları nelerde gizli?
Mutlu bir birliktelik için, bence her şeyden önce birey olmayı başaran iki kişi gerekli. Kendini değerli bulan ve onaylayan bireyler olduktan sonra bir ilişkide kendini sağlıklı biçimde ortaya koymak hiç de zor değil. Çünkü ilişki, aslında içinde kendimizi gördüğümüz bir ayna gibidir. Ve aynadaki aksini beğenmeyen ve bunun için kendini ve karşısındakini hırpalayan bireyler ne “mutlu” ne de “birlikte” olabilirler.
KİŞİNİN İLİŞKİSİNDEN BEKLENTİSİ AZALDIYSA ASIL ORADA SORUN BAŞLAR!
Kadınlar yaşadıkları ilişkiden çok şey mi bekliyor?
Ben kadınlar ve erkekler diye başlayan cümlelerin çoğunu tehlikeli buluyorum. Bu tür cümleler genellemeleri içerir ve “genelleme yapmak” önemli bir düşünce hatasıdır. Bence kadın ya da erkek herkes ilişkisinden çok şey bekler. Ya da beklemelidir. Hepimiz kendimizi tamamlayacak bir eş, ya da öbür yarımızı arıyorsak, ki eski çağlardan beri kadın erkek birlikteliğinin temelinde bu arayış yatıyor, ilişkimizden çok şey beklememiz doğal ve gereklidir. Kişinin ilişkisinden beklentisi azaldıysa asıl orada sorun başlamaktadır diye düşünüyorum. Ama bazen hayatında ilişkisinden başka bir şey olmayan bireylerle karşılaşabiliyoruz. İşte bu çok sağlıksız bir durumdur ve kişinin yaşama ilişkin tüm ihtiyaçlarını ilişkisine yüklemesine sebep olur. Ve hiç bir ilişki bu yükü kaldıramaz.
Toplumumuzda; gerek insanların gerekse bazı uzmanların ‘Kocanı elde tutmak istiyorsan şunu yap, bunu yapma’ tarzı akıl vermeler çok yaygın malum.
‘Kocanı elde tutmak istiyorsan şunu yap, bunu yapma’ tarzında akıl vermelerin halkı yanlış bilgilendirdiğini ve yanlış yönlendirdiğini düşünüyorum. Ama sanırım buradaki asıl sorun, uzman sıfatındaki bir kişinin medyadan verdiği akıllarla halka nasıl zarar verebileceğinin farkında olmamasıdır. Galiba bu durum; bilmemekten, doğru formasyondan gelmekten kaynaklanmaktadır. Bununla ilgili şunu söylemek istiyorum: Lütfen dinlediğiniz kişinin söylediğini dikkate almadan önce kim olduğunu, formasyonunu ve gerçekten konunun uzmanı olup olmadığını araştırınız.
Erkeklerin sorumluluktan kaçmalarının nedenini neye bağlıyorsunuz?
Erkeklerin sorumluluktan kaçtığı düşüncesi bence yine bir genelleme. Partnerinin sorumluluktan kaçtığını düşünen bir kadına hangi sorumluluklardan söz ettiğini sormakla başlayabiliriz. Bu sorumluluklar erkeğin üstlenmek istemediği veya üstlenmek zorunda hissetmediği bir sorumluluksa, onu bundan sorumlu tutmak ne kadar doğru veya mümkündür?
Bunu biraz açarsak…
Bir sorumluluktan söz etmek için öncelikle ortada bir görev bulunması gereklidir. Örneğin; kirayı ödeme bir görevse bunun sorumluluğunun kime ait olduğu konusunda çiftin anlaşması gerekir. Anlaşmaya göre bu sorumluluk erkeğe ait ise ve bu sorumluluğu yerine getirmiyorsa erkeğin sorumluluktan kaçması durumundan söz edilebilir. Ama bu konuda konuşulmadı ve anlaşma yapılmadı ise, erkek kirayı ödemiyor diye kirayı ödeme sorumluluğundan kaçıyor denemez. Görev ve sorumluluklar konusunda konuşan, fikirlerini ve beklentilerini açıkça ifade eden ve bu konularda anlaşan çiftler için bu tip sorunlar söz konusu olmayacaktır.
BAĞLANMAKTAN KAÇILIYORSA NEDENİ ‘GÜVEN’DİR! GÜVENEN İNSAN BAĞLANMA KORKUSU YAŞAMAZ!
Aşık olan bir erkek, bağlanmaktan neden korkuyor?
Bağlanmak hepimiz için farklı anlamlar içeren bir kavramdır. Ama tek bir ortak özeti vardır: Güven. Bağlanmaktan kaçınan kişinin kadın olsun, erkek olsun güven duygusu ile ilgili çalışmak gerekir. Bebeklikten itibaren sağlıklı bir güven duygusu geliştirmiş ve yaşadığı olumsuzlukları güvensizliğe dönüştürmemiş olan bir bireyin, ihtiyaçlarını karşılayacak kişiyi bulduğunda bağlanma korkusu yaşayacağını düşünmüyorum.
İNSANOĞLU, KESİNLİKLE TEK EŞLİLİĞE VE SADAKATE UYGUN!
İnsanın kendini tamamlayan bir eş bulma ve ona sadık kalma güdüsü ile türünün devamını sağlama güdüsü çatışıyor mu? Doğada erkekler içgüdüsel olarak çok eşliliğe mi yöneliyor? Ya da başka bir ifadeyle, insanoğlu gerçekten tek eşliliğe ve sadakate uygun mu?
Bunu cevaplamak için doğaya bir bakalım. Canlılar için en temel güdü yaşamı sürdürme güdüsü, en büyük kaygı ise ölüm kaygısıdır. Canlı, ölüm kaygısından kurtulmak için ölümsüzlüğün bir yolunu arar durur. Ölümsüzlük türünü devam ettirmekle mümkün olabilir. O halde canlı, türünün devamlılığı yani sonraki kuşakta kendi genlerini sürdürmek için elinden geleni yapmalıdır. Türün devamlılığı için başarılı üreme gereklidir. Bunun için döllenme maksimumda gerçekleşmelidir. Dişi ancak tek erkekten döllenebilirken ve doğuma kadar tekrar döllenemezken, erkek birçok dişi ile eşleşme şansına sahiptir. Bu nedenle, bazı türlerde farklı olsa da, doğada birçok Canlı türünde tek eşlilik yoktur. Diğer taraftan insanın tek eşliliği, zihinsel gelişimi ile birlikte yavaş yavaş oturan bir kavramdır. Yani ilkel insanın, başta tek eşli olmasa bile, zamanla içindeki tamamlanma güdüsü ile tek eşliliğe doğru geliştiği düşünülebilir. Çünkü insan biyolojik bir varlık olmasının yanı sıra hayvanlardan farklı olarak; anlama, bilme, yorumlama hatta sanat yapma yetisiyle biyolojik üstü bir varlıktır. Eğer doğadaki bu üstün varlık, yani insan tek eşlilik kavramını geliştirmemiş olmasaydı muhtemelen aşk, sadakat, sadakatsizlik, kıskançlık, bağlılık ve tutku gibi kavramlar da olmayacaktı. Ve bu kavramların olmadığı bir dünya, muhtemelen çok daha renksiz ve sıradan olacaktı. Özetle, ben insanoğlunun kesinlikle tek eşliliğe ve sadakate uygun olduğunu düşünüyorum. Ama bunun için birçok koşulun gerçekleşmesi gereklidir. Selin Karacehennem, ‘Erkekler aslında çok basittir!’ diyor. Sizce?
Yine bir genelleme… Ayrıca bu ifadede çok ciddi bir başkalaştırma var. Bu tür başkalaştırmalar; eşleri birbirinden uzaklaştırmakta, birbirini anlamasını güçleştirmekte ve aralarındaki sorunları çözmeyi zorlaştırmaktadır. Bilirkişi ya da uzman kişilerin bu tür başkalaştırıcı ifadelerden kaçınması gerektiğini düşünüyorum.
Aşkı, o heyecanı yıllarca sürdürmek için neler yapılmalı?
Bir ilişkide ihtiyaçlarımızın farkında olmak, bu ihtiyaçları karşılama hakkımız olduğunu kabullenmek ve ihtiyaçlarımızı karşılamaya çalışmak; bireyselliği gerçekleştirmenin yoludur. Tüm bunları karşımızdakinin ihtiyaçları için de yapabilmek, bu da birlikteliği gerçekleştirmenin yoludur. Böylece ilişkide; bütünleşme, heyecan, güven gibi birçok olumlu duygunun devamlılığı sağlanabilecektir.
Çift danışmanlığı ile bireysel danışmanlık arasındaki benzerlikler ve farklılıklar…
İkisi de temelde aynı prensiplere bağlıdır. Ancak çift terapisinde terapi süreci boyunca seanslara her iki birey de katılır. Bu durum bazı yaklaşımlarda farklılık gösterebilir ve ilişkiye yönelik bir sorun tanımlanmasıyla terapiye başlanır. Çift terapisinde bireylerin kişiliklerinden çok ilişkinin parametrelerine odaklanılır.
Son olarak eklemek istedikleriniz…
‘Çift Terapisi’nin ne olduğu konusunda sokaktaki insanın fazla bilgisi yok. Bu bilgiyi edinmesi; ya bir gün ihtiyaç duyup terapiste gitmesiyle ya da medya tarafından bilgilendirilmesiyle mümkün olacaktır. Bu nedenle yaptığımız bu röportajımızı çok önemli buluyorum. Arzu GÜNEŞ kimdir?Uzman Psikolog Arzu GÜNEŞ, lisans eğitimini Orta Doğu Teknik Üniversitesi Psikoloji bölümünde, uzmanlık eğitimini ise Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Sosyal Psikiyatri dalında tamamladı.
Çeşitli anaokullarında psikolog ve danışman olarak çalıştı. Bayındır Tıp Merkezinde ve Başbakanlık bünyesinde Psikolog olarak görev yaptı, TED Ankara Koleji’nde Eğitim Danışmanlığı görevini üstlendi. Daha sonra İsviçre’nin Zürih kentinde, The C.G. Jung Institute’da eğitimlere, klinik çalışmalara katıldı. Özellikle ‘Çift Terapisi’ konusunda çalışmalar yaptı ve The Swiss Art Therapy Training Institute’da ‘Sanat Terapisi’ eğitimi aldı. Mesleki birikimlerini ‘Çiftlerle Psikoterapi’ konulu kitap çalışmasına ve amatör olarak yazdığı Tiyatro oyunlarına yansıtmaya çalışan Arzu Güneş; devlet ve özel sektörde toplam 18 yıl psikolog olarak çalıştıktan sonra, 2008 yılı itibarıyla çalışmalarını serbest olarak sürdürmektedir. Evli veya evli olmayan çiftle yapılan ‘Çift Danışmalığı’ dışında birçok bireyle de çalışan Arzu Güneş çeşitli seminer ve konferanslar vermektedir
Uzlaşmak için çatışmak gerekir
No comments:
Post a Comment