Tuesday, December 8, 2009

Çocukken ailem beni garip karşılar, psikoloğa götürürdü

'Sanatçı' sıfatının her önüne gelene yapıştırıldığı bir memlekette Sunay Akın gibiler nasıl tanımlanmalı? Sözcükler yetersiz kalıyor. O aslında 'E şıkkı' yani 'hepsi'... Hem Şair, hem yazar, hem TV programcısı hem de Müze kurucusu... Gerçi Akın, bu etiketleri hiç ama hiç önemsemiyor. Onun için varsa yoksa kitapları, varsa yoksa müzesi ve ailesi... Hiç karşılaşma fırsatınız olmadıysa hemen söyleyelim, en az kitaplarındaki ve televizyondaki kadar sıcak ve samimi biri. Onunla konuşurken 'İyi ki hayal kuruyor ve kurduğu hayalleri gerçekleştirmekten geri kalmıyor' diyorsunuz. Kendi deyimiyle, 'büyümeyen bir çocuk'... Kitapları 'çok okunanlar listesi'ne girmeyi başaran Sunay Akın'la son kitabı 'Ay Hırsızı'nı, Oyuncak Müzesi'ni ve yeni projelerini konuştuk.



MEZARLIKLARI SEVERİM

'Ay Hırsızı'nı yazmaya nasıl başladınız?

20 Temmuz 1969 günü, aya ayak basan insanı görebilmek için Trabzon'da odamın penceresinden baktım. Hep de şunu düşünürdüm. Gece gökyüzüne bakıp, hayal kuranlar ya çocuklar ya da hırsızlardır. İşte bu yüzden de kitabımın adı 'Ay Hırsızları' oldu. Kitap, tam anlamıyla benim çocukluğumu ve düşlerle yoğrulmuş asıl tarihi anlatıyor.



Peki, kitabın çıkış noktası neydi?

Aşiyan Mezarlığı.... Ben, mezarlıkları çok severim. Orada da burnu yere çakılmış uçak şeklinde bir mezar taşı vardı. Bu uçağın bir tarafında orada yatan kişinin doğumu, diğer tarafında da ölüm tarihi yazıyor. Mezar taşı, hostes Rona Altınay'a aitti. Bu beni çok etkiledi.



Kitabı ne kadar zamanda bitirdiniz?

14 yılda! Çünkü ben öncelikle, yazdığımı yaşarım. Yazınsal bir kaygım yok! Dolaştığım yerler müzeler, arşivler, mezarlıklar ve hep arka sokaklar... Dünyanın dört bir yanında buraları gezer, izler ve düşünür; bir serüvenci gibi davranırım.



'Önce Çocuklar ve Kadınlar' isimli kitabınız batan gemiler üzerine, 'Ay Hırsızı' ise havacılık üzerine kurulmuş bir kitap... Kitapların yayınlanma sıralamasını niye planlamadınız?

Bu sorunun yanıtını bilmiyorum. Çünkü ben kurgulayan bir Proje yazarı değilim. Benim için kitap yazmak bir etiket, kimlik değil!



HAYALPERESTİM NE OLMUŞ?

Peki yeni kitap ne zaman gelecek?

Hiç bilmiyorum. Bundan sonrası yeni bir Şiir kitabına doğru gidiyor. Mesela; Hezarfen Ahmet Çelebi'yle ilgilenirken onun bir de şiirini yazdım. Ama aklımda ayakkabılarla ilgili bir proje de var. Neil Armstrong'un ayakkabısından, Sindrella'nın ayakkabısına kadar, ayakkabılarla ilgili bir kitap yazmayı istiyorum. Sindrella'nın unuttuğu ayakkabısı Neil Armstrong'un uzayda ayağındaki ayakkabı değil midir?



Sizin bu hayalperestliğinizi eleştirenler oluyor mu?

Tabii ki! Evet, ben bir hayalperestim. Ama unutmayın ki, aslolan da hayallerdir. Gerçek, hayalin ayak izini takip eder. Hayalperestler olmasaydı, Bilim ve sanat olmazdı. Mağaradan çıkamazdınız.



SAHTEKARLIK VAR!

Siz şairsiniz, yazarsınız, programcı ve müze yöneticisiniz... Peki size nasıl hitap edilmesini istiyorsunuz?

Ben sadece Sunay Akın'ım. Kartvizitler, etiketler umrumda değil! Hiçbir şey denmesin bana! Sunay Akın olmamın bile önemi yok! İnsanların yüzündeki mutluluk var ya, ben kendimi orada arıyorum. Dört-beş kişinin jüri adı altında bir odada toplanarak karar vermesi beni hiç ilgilendirmiyor. Ama ne zaman ki, yazdığım bir metni ya da şiiri duyarsam, müzede birisinin gülümsediğini görürsem o bana yetiyor. Verilen ödülleri almıyorum. Ödüllerde bir sahtekarlığın, bir yalancılığın ve bir çeteciliğin olduğunu düşünüyorum.



Sizi en çok ne güldürür?

Benim mizah anlayışım, diğer insanlardan farklı. Benim güldüğüme herkes gülmüyor. Mesela; ben uçak inerken çok gülüyorum. Teknolojinin geldiği son nokta uçak. Ama ne lazım? Tekerlek. Yani insanın ilk icadı. 20 Temmuz'da aya bastığında Neil Amstrong ne yaptı? Merdivenden indi. Ne kadar ilkel bir duruş. (gülüyor)



75 YAŞINDAKİ BABAM BİLE "ALLAH ALLAH YİNE BAŞA DÖNDÜK' DİYOR

Kitaplarınızda ve 'Yaşamdan Dakikalar' programınızda hep aynı şeyi düşünüyorum: O kadar bilgiyi nasıl aklınızda tutuyorsunuz?

Galiba ben bilgiyi, bilgi gibi görmüyor, onu yaşıyorum. Anlattıklarımı hissediyorum. Çocukluğumda annem ve babam benden şüphelenip, sık sık çocuk ruh doktoru Atalay Yörükoğlu'na götürürlerdi.



Niye? Ruh hastası olduğunuza mı inanıyorlardı?

'Bir gariplik var bu çocukta' derlerdi. Babamın terzi dükkanındaki kumaş parçalarını toplar, eve getirir; onları haritanın önüne koyar, 'Babam bugün bilmeden hangi ülkeleri gezdi?' diye bir Oyun oynardım. Evin terasında uçak yapar, bir gün uçacağıma inanırdım. Atalay Yörükoğlu, aileme, "Bu çocuğun kanadını sakın kırmayın!" demiş. Zaten verdiği derslerde de şunu söylüyormuş: 'Bu yaşa kadar Türkiye'nin her yerinde anne ve babalar bana çocuklarını getirdi. Ben ihiçbir şey yapmadım, sadece onlarla oynadım. Anne ve babaları ise tedavi edip, geri gönderdim.'



Peki bugün geldiğiniz noktaya anne ve babanız ne diyor?

'Oyuncak Müzesi'ni kurarken oyuncaklar arasında oturuyorum. 75 yaşındaki babam geldi, baktı baktı ve Trabzon şivesiyle dedi ki, 'Allah Allah yine döndük başa...' Oğlunu büyüttü, okuttu ama yine oyuncakların arasında...



EŞİMLE BEBEK EVİ KURDUK, OYNUYORUZ!

Özel hayatınız pek bilinmiyor. İki tane çocuğunuzun olduğunu öğrendim. Onların oyuncaklara ilgisi var mı?

Evet. Eskiden yurtdışına çıktığımda oyuncak bakmaya onlarla giderdik. Ama şimdi öyle değil. Önce oğlum koptu. Şu an 21 yaşında. Arkasından da kızım... O da 15 yaşında. Geçen Zürih'te oyuncak bakacaktık, "Baba ben karşı mağazaya gideceğim" dedi. Gittiği mağaza giyim mağazasıydı. Çocuklarım oyuncağı bırakıyor. Bu benim için bir trajedi.



Peki, eşiniz sizin bu durumunuza ne diyor?

O hep benimle... Biz aslında onunla büyük bir bebek evi kurduk (Oyuncak Müzesi'nden bahsediyor) ve beraber oynuyoruz. 1980 yılında, henüz 18 yaşındayken tanıdım onu... Hâlâ da beraberiz.



Eşinizle nasıl tanıştınız?

Üniversiteyi kazandığım ilk haftalarda bir arkadaşımla beraber yürüyorduk. O, liseden arkadaşını görüp, "Belgin" diye bağırdı. Belgin arkasına döndüğü anda biz göz göze geldik. O gün bugündür de beraberiz... Onu bulmam gerçekten çok büyük şans.



HİÇBİR MÜZE İLK BİR YILINDA PARA KAZANAMAZ

Oyuncak Müzesi'nde şu an ne kadar oyuncak var? 5 bini geçti. Biz, dünyadaki benzerleri arasında en iyisiyiz. 'Müze ayakta durabilsin' diye etkinlikler de yapıyorum. Çünkü hiçbir müze, bir yılı para kazanarak kapatmaz. Zaten müze ve kütüphanelerin amacı bu değildir! Müzenin girişi öğrenci için 5, yetişkinler için 8 TL. Vergi veriyorum ama devletteki tanımım 'limited şirketi'. Limited şirketinin ödemesi gereken tüm vergileri ödüyorum. Elektrik, su ve doğalgazı maalesef yüksek fiyattan satın alıyorum.



BİZ BU EVE TAŞINALIM MI?

Yaptığınız iş; kültür. Bu, limited şirket tanımına girmez ki... Hiç girmez ama ben bunları bilerek yola çıktım. Çünkü bir şeyleri içeriden düzeltmek lazım, dışarıdan konuşmakla olmuyor. Kültür politikasında değişiklikler yapılması gerekiyor. Şikayetçi değilim, bunları bilerek işe girdim. Hayatta istediğim ve hayalini kurduğum şeyi yapıyorum.



Müzede başınızdan geçen ilginç anılar oluyor mu? Olmaz mı? Beş yaşındaki bir çocuk müzeden ayrılırken, annesine döndü ve "Anne, biz bu eve taşınalım mı?" dedi. Ama beni üzen olaylar da olmuyor değil! Mesela, müzede bir uzay odası var. Bir anne, yedi-sekiz yaşlarındaki kızıyla birlikte o odaya baktı. Tepede yıldızlar yanıyor, içeride uzay aracı var ve dedi ki, "Gel kızım burası erkek çocuklar için..." Böyle bir şey olabilir mi? Kız çocuğu uzayla ilgilenemez mi? Sorun çocukta değil, annede.



MANÇO MÜZESİ'NE İNANAMAYACAKSINIZ!

Şu an uğraştığınız bir proje var mı? Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk ile konuştuk. Barış Manço'nun evini müze yapıyorum. Tüm o yüzükler, elbiseler bende...



Ne zaman açılacak? En kısa zamanda. İçindekilere inanamayacaksınız. Sergileme elemanları enstrüman şeklinde olacak. Duvarlarda onun notaları olacak. Bir de İzmir Konak'ta 'Ümran Baradan Çocuk Müzesi' var. Orayı da Oyuncak Müzesi olarak açacağım.
Çocukken ailem beni garip karşılar, psikoloğa götürürdü

No comments:

Post a Comment